Söyle Buldun Mu Aradığın Uzmanı


Üst kattan gelen cinnet sesinin aslında sadece bir hapşurma biçimi olduğunu anlayalı birkaç saniye oldu.

İnsan olarak bazen yanılabiliyoruz. Anneliğe gelince ise, bazenler çoğalıyor bazen.

***

Dünyanın gelmiş geçmiş en komplike işi nedir diye sorsalar, gözümü kırpmadan “insan yetiştirmek” derim. Ortalama üç kiloluk bir canlı formunu topluma tek başına karışacak donanıma ulaştırmak, elbette endişe verici ve bir miktar ömür yiyici de bir iş.

Durumlar böyleyken ortalığı hepten karıştıran bir takım başka şeyler de var.

Metrekareye düşen uzman sayısı ve kişi başına düşen pedagojik yaklaşımdan bihaber olduğum yeni annelik dönemimde, elektrik kesilmiş de yana döne mum arıyormuşum gibi sağa sola koşturuyordum. Bir dönem kulaklarımdan alev çıktı diyebilirim. Bu, beynimin feci şekilde hararet yaptığına delalet ediyor.

Yiğit oğlum bebekken, trendy pedagoglar listesinin bir numarasında Sabiha Hanım vardı. LİSELİLER BİLMEZ.

Sabiha Hanım sabah programlarına çıkıp biraz kibir, biraz asillik ve bir miktar da sinirlilik arasında gidip gelen şahsına münhasır uzman tavrıyla durumları anlatıyor, bense detoks listesi görmüş şüşko gibi yarı ümitsiz bir hayretle seyrediyordum. Evet liste merakımı feci halde celbediyor, dahası kesinlikle arınıp zayıflamam gerekiyor; ama maydanoz suyuyla yaşamam imkansız gibi bir durum. Teşbihte de pekâlâ hata olabilir, durun daha açıklayıcı bir şeyler yazayım.

Analık mevzuunu kendi ”NAÇİZANE ÖNERİLERİMLE” çözmemin mümkün olmadığına, katiyen bir bilenden öğrenmem gerektiğine, hatta trigonometri falan öğrenir gibi öğrenmem gerektiğine sonsuz inanıyorum o dönem.

Yani belki birileri bir denklem verir ve ben de pi’yi kabaca 3 alırım. Bir bakmışım sabaha şişen nohut gibi kıvama gelivermiş çoluğum çocuğum, bilemeyiz.

***

İşte böyle bir hâl içinde, yapacağım girişimle hayatımın bir meçhule döneceğini bilmeden, koşup Sabiha Hanım’ın bir kitabını aldım. Öğrendiklerimi başka bir şahıs üzerinde tatbik edecekmişim gibi, çocuğumu seri şekilde ayak altından kaldırıp okumaya koyuldum. Bu ayak altından kaldırma olayı, ayağım ve çocuğum arasına bir yastık koyup üçünü birden sağa sola sallamak oluyor. Camdan falan atmamışım şükür.

Birinci sayfa, onuncu sayfa, ellinci ve sekseninci sayfa derken gözümün önü puslandı ve sol kolum uyuştu. Sonuç olarak henüz dişe dokunur bir şey anlamadan kitap bitti.

Ve kişisel tarihimde okuduğum ilk çocuk gelişim kitabı, ANNELİĞİ ANLAMADIĞIM algısından başka bir şey getirmedi.

Bir süre kitap mitap okumadım. İlime irfana küstüm.

Çocuğumu sallayarak uyutuşuma, Zahide Hanım ve Altuğ Bey’in DOKTOR adlı programını katık ettim. Birileri zayıfladı, birileri estetik ameliyat geçirdi derken pedagojiye yoğunlaşan dikkatim dağıldı. Kapımın önüne kurulan pazardan çiçek aldım onun yerine.

***

Birkaç sene sonra, ben başka bir pedagogun metotlarını içselleştirmeye çalışıp derilerimi yakarken, bir akşam haberlerinde Sabiha Hanım’ın hit kariyeri bitti. İddiaya göre, doktor dikkatsizliği ve ihmal sebebiyle minik bir yavru öldü. İşin aslını bilemem. Sonra da kendisini hiçbir televizyon programında görmedim.

***

Yiğit çocuğum 2 buçuk yaşlarındayken, bu kez tanıdığım yeni pedagog beye kafayı iyiden iyiye taktım. Çünkü kafayı takmak benim işim. Attığı tüm tweetlerin ekran görüntülerini alırken kahrolmaklar, o ekran görüntülerini kağıda geçerken ağlamaklar, beş yüz tane kitabını alıp sabaha kadar okumak vs.

Çocuk gelişim kitabı okumaktan çocuğumun suratına bakmıyorum.

Okudukça gerildim, gerildikçe hata yaptım tabii ve hata yaptıkça daha fazla gerildim. Diğer tüm değişkenler sabitken, iniş çıkışlarımla baş döndürdüm. Mayalandıkça mayalandım.

Ona döndüm, olmadı; buna döndüm, olmadı. Koskoca üç senenin nihayetinde, artık iki kelimesinden biri ”psikoloji, özgüven, baskı” olan tipik bir gamlı baykuştum. Nur topu gibi bir felaket tellalı oldum.

Analığımın eşsiz bilimselliği herkese hayırlı olsun.

Çünkü bu şehir girdap gülüm.

***

Bunu bir kez daha yazmıştım; ama tekrar edeceğim. Okuduğum bilmemkaç çocuk gelişim kitabının sonunda hislerim:

”Kızım sen bu işi halledemedin, kabul et, dönülmez akşamın ufku böyledir. Çocuğun hayatı bitti, çocuk mutsuz, çocuk özgüvenden bihaber, dışlanmış, güvenli bağlanamamış ve üzgünüm ki bağlanma süresi çoktan bitti, şu anda ulaşılamıyor, hele ki tırnak mırnak yiyorsa ağzını açma, Allah seni bildiği gibi yapsın.” şeklinde özetleyebileceğim türdendi.

Bir gün yeter ulanımsı bir tavırla ve fakat tam olarak öyle olmayan da bir tavırla -çünkü leydiyim- tüm kitapları gözümün önünden kaldırıp atana kadar durumlar aynen böyle seyretti.

Sonra bilmem hangi sebepten, yerim pedagojisini dedim. Ben her şeyden önce bir anayım dedim. Bu işi ben bilmeyeceğim de siz mi bileceksiniz, ayrıca pardon ama analığı siz ne bilirsiniz dedim.

Trink, level atlandı.

Artık omzundan dağlar kalkmak mı dersiniz, kuş olup uçmak mı dersiniz, etekleri tutuşmak mı dersiniz (onu demeyin o pek uymadı) ne derseniz işte o hâlde, farklı bir boyuta geçtim.

”Durumlar neyi gerektiriyorsa o” adlı yeni felsefemi acayip sevdim.

Güvenilirliğini test etmek amacıyla da hem-men sıfır bir çocuk doğurdum.

Bu kez kucağa alışmasın diyen uzmanı duymadım, ıh dediğinde koşup kucakla diyen uzmanı kınadım, bebeğin yanı annenin yatağıdır diyen uzmanı elimin tersiyle ittim, ilk günden itibaren kendi odasında yatmalı diyen uzmana elimin tersiyle çarptım.

Aradığım uzmanı veya pedagojik metodu bulamayacağımı biliyordum. Baktım yalnızım ben yine, senin gibi boynu bükük, gözü yaşlı, tek başına… Bebeğim ne istiyor-benim içim ne diyoru harmanlayıp, kişiye özel bir pedagojik metot tasarladım. Tam üzerimize göre.

Ay mis gibi akım, ev yoğurdu gibi.

***

O günden sonra çok daha mutlu mesut yaşamakla birlikte öyle aşşırı da mutlu mesut yaşamadık. Normal yaşadık. Yani olaylar her zaman ipe dizilmiş bamya kurusu gibi hizada durmadı. Keşke olsa öyle şeyler; ama olmadı. Çünkü bu işler böyledir. Yanılmak ve tökezlemek, yeniden kalkıp daha başka bir güçle devam etmek; zafere yürümenin şanındandır.

Bazen merakımdan şöyle bir bakınca, hız ve heyecanla türeyen yeni metotlar görüyorum. Takdir etmek mühim mesele, gelgelelim ödül mödül yokmuş. Ceza mı, zinhar, delirmeyin. Çocuğa para biriktirmeyi öğretmek, her zamanki o kaygılı maygılı şeylere yol açıyormuş. Çocukları uyutup çay içen ebeveynler, yine ve yüz milyarıncı kez çocuklarını dışlamış oluyormuş. Yani onlar öyle mi hissediyormuş ne, onun gibi bir şey.

Çocuk dediğin muhtemelen, ‘rüzgar esse de, anamız bizi dışladı desek’ diye bekleyen bir şey.

Aynı alanda uzmanlaşmış farklı insanlar, birbirine tamamen zıt metotlar öneriyor. Dahası katiyetle savunuyor. Herkesin bir bildiği var muhakkak. Ama bu işler de göreceli midir nedir?

Öyleyse ben kendi görecemi kendim pişiririm karşim sağ ol. Benim dilim yandı.

Şiir ezberler gibi davranış ezberlemektense, tipimize uymayanı giymek için, için için erimektense; bizzat kendi şahsi içime dönerim. İçim ne diyorsa onu yaparım. Dolayısıyla içim rahat eder.

Bir berber bir berbere ”Bre berber, gel beraber bir berber dükkanı açalım.” dedi diye, o işler öyle olmak zorunda mı sanıyorsunuz? Tabii ki değil be! Kendinize gelin yeter artık!

İyi gidiyordum sonra sinir yaptım. Tamamsa bitiriyorum ben.

Tamam.

Sevgiler.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir Bir Topladım Sıfır Etti

Bir Nevi Big Bang

Ok.