Ne Yaptın Asuman

Lâf-ü Güzâf

Dünyanın en güzel şeyi nedir deseler, tek başına yürüyüp durmak derim bir çırpıda ve bunu derken aklımda herhangi başka bir seçenek belirmez. Dört seneye yakındır düşlediğim ve bir süredir nadir de olsa bulduğum şekilde, tek başıma yürüyordum bugün. Kulağımda kulaklık vardı, birileri oturuyordu, biz kediyle gidiyorduk. Gittik dönüyorduk, birileri hala oturuyordu ve bu kez pide yiyerek oturuyordu, ben de ona bakınca birden dedim ki, ”Allahım ben ne zaman elinde kediyle tek başına yürüyen biri oldum?”

Bazı şeyler en beklenmedik, dolayısıyla en alakasız anlarda dan diye fark edilir. Ben buna, bir şeylerin başka şeylerin içine gizlenmesi derim. Yani aslında demedim hiç öyle ama deseymişim çok tatlı olurmuş, bundan sonra hep derim. İnsan pide yiyen birinin yüzündeki neşede, geçip giden zor zamanları bulabilirmiş birden.

Blogda yaklaşık olarak iki sene çoluk çocuksal sıkıntılı mevzuları yazarak, gerçekten ve şaşırtıcı derecede içimi dökmüştüm. Bir çocuk, iki çocuk, okula başlamak, kıskançlık, son olarak ömrümden yirmi sene alan biberon bırakma ve uyku eğitimi. Dünyamın derdini kısmen yaymış ve oturup bakmıştım buraya. Şimdi hepsinden bağımsız, ama yine de geri dönüp bakınca burada görmek istediğim bir mevzu var.

Kedi mevzusu. Hey!

Elbette kedi uzmanı olarak değil, kaygı uzmanı olarak yazacağım.

2 Eylül 2018 Pazar günü, bir veterinerde hasbelkader rastlaştık. Orada tek başına duruyordu ve aşağı yukarı iki fincan kapasiteli bir cezve boyutundaydı. En fazla kırkı çıkmış, annesi ölmüş ve anne sütü hiç alamamış bir dişi kedi. Yüzüne bakmak için eğilince ben, o birden atladı ve yüzüme baktı. Bu muhtemelen saçma gelir, ama o bakışla uzun zamanların düğümünü çözüp onu bize getirmek zorundaydım. Getirdim de. Senelerdir kafamızda dönen, sorumluluğundan korktuğum için uzak durduğum mevzu o akşam böylece çözülmüş oldu.

Çocukların nasıl delirdiklerini tahmin etmek zor değil.

***

O gece sevgili Gözdeciğimden idareten aldığım kumu ve mamayı, kediyle birlikte bir odaya koydum. Ertesi gün ise gerçek bir Alman disiplincisi olarak kumunu banyoya, kediyi ve mamasını salona dağıttım. Benim Alman disiplinimin insan hayvan ayırmadan yerküredeki tüm canlılara nasıl da tesir ettiğini herkes bilir ama bir kez daha anlatacağım. Ekipman yetersizliğinden sebep mini bir alışveriş maksadıyla dışarı çıktık. Kum kabı, mama kabı, tırmalama tahtası, kedi yatağı vs. En minisi bu şekilde. Döndük ve canım kedi hemen yatağına koştu. Canım kedi, seviliyorsun kardeşim. Sonra ”Ya çok sevdi, bakın ne de güzel oturuyor,” dediğim yatağına çişini yaptı. Ne de güzel otururken yapıyormuş işte meğer, sonradan anladım ki bunlar hep Alman disiplini.

Öte yandan yapar tabii, tabii ki yapar çünkü henüz evin haritasını çıkarıp banyodaki kum kabına ulaşabilmek için çok küçük. Mevzuyu saf Türk genlerime bıraktım ve kum kabını getirip salonun köşesine koydum. Hemen buldu ve oraya yaptı. Şartlar olgunlaşana kadar çişini tutuyor gerçekten, çok takdir ediyorum ne kadar hoş bir tutum. Her gün bir adım ittire ittire kum kabını beş-altı günde banyoya vardırdım. Şu an sorunsuz bir şekilde gidiyor, yapıyor ve en güldüğüm kısım şu ki, yaptıktan sonra üstünü örtüyor. Ay aşkım biz zaten hiç anlamadık ne yaptığını.

Bu başlığın en hak verdiğim ve en can alıcı kısmı: Kokuyor mu?

Hayır, kokmuyor. Kum, kokuyu zaten hapsediyor; ben de sabah akşam kürekle eleyip temizliyorum. Aslında bunu iki günde bir yapsam da olur ama koku hassasiyetimden dolayı sabah akşam yapıyorum ve hiç kokmuyor. Yani tuvalet olayı böyle. İstesek de istemesek de onların yaratılışı temiz ve ben bundan komik şekilde çok etkilendim.

***

Mamayı sevgili Gözdeciğimin yönlendirmesiyle temizmama.com’dan aldım, sevgili Gözdeciğim iyi ki var, seviliyorsun can özüm. Siparişim iki gün içinde geldi. Markası BonaCibo, yerli üretim olduğu için fiyatı çok uygun-muş ve taze taze üretilip satılıyor- muş. Beş kilo yavru kedi maması 55 lira, diğer markalarda fiyatlar bunun üç katı, yani korkunç. Bu markayla ilgili çok yorum var. Birileri gerçekten çok iyi olduğunu, sadece yerli ürün olduğu için ucuz olduğunu söylüyor, diğerleri veterinerin tavsiye etmediğini söylüyor, sonra yine birileri ”Hı hı veterinerler o mamayı satamadığı için tavsiye etmez tabii!” diyor. Zaten umurumda değil, kedi bebek çok sevdi ve canavar gibi yiyor. Ben ona özel durumundan dolayı dünyaları yediriyorum şu an ama genel beslenmede kuru mama yeterli. Akmıyor, kokmuyor ve hazırlama derdi yok, paketten tabağa koy bitti. Beslenme de işte böyle. Bu teknolojiyi insanoğlu için de bekleriz, çünkü biraz bıktık hepimiz artık.

***

Ve işte konuların konusu tüy dökme konusu. Aslında benim kedililiğimi gören duyan çoğunluk şaşırdı. Çünkü kedi eşittir tüy dökmek ve kötü koku. Yani pislik, yani buna dayanamayacağımız için dolayısıyla çok çok temizlik hatta sürekli temizlik. Oysa ki hayır. Şu an için gözle görülür bir tüy dökme olayı yok, zaten sanırım dönemsel bir şeymiş bu, yani normalin dışında fazla fazla tüy dökmek. Normalini kontrolde tutabilmek için sabahları kedi tarağıyla ve tüylerin ters yönünde ağır ağır tarıyorum, tarağı temizliyorum ve halıda koltukta hiçbir şey görmüyorum. Zaten şu an yavrucak, neyi var da neyi döksün benim saçım daha çok dökülüyor. Bu mevzuyu yaşadıkça anlayacağım, ama şimdiden furminator adını hafızama kaydettim. Şahane bir tarak-mış. Öyle duyduk öyle gördük.

***

Anladığım kadarıyla kediden kaynaklandığını düşündüğümüz sorunların çoğu aslında yetersiz bakımdan kaynaklanıyor. Yani kedinin kendisi kokmuyor. Gerçekten kokladım, manyak gibi kokladım kokmuyor. Ama kumunu ya da mama ve su kabını temizlemezsen bir noktada elbette kokar, düzenli taramazsan tüyleri normal olarak yerlere dökülür. Aşısını maşısını dikkatle yaptırmak da gerekiyor. Evet muhakkak eskiye bakarak biraz daha fazla özen istiyor hayat, ama kontrol sağlamak sandığımdan çok daha kolay oldu.

Gelgelelim benim senelerce kafamda büyüttüğüm işler bunlar değildi. Bunlar kafada büyüyecek iş değil bana göre ama illa ki büyüyorsa bence de o evde kedi olmamalı. Ben sadece kısırlaştırma kısmından korkuyordum ama meğer bunun daha neleri var-mış.

Kaşla göz arası çiyan gibi gidip balkon demirine çıkıvermesi var-mış. Kalbin küt küt ama usul usul gidip onu oradan almak var-mış. Camlar muhakkak koruma ister-miş, halledilir. Birden vücudunu sarmaya başlayan yaralar var-mış. Birden ve hızla. Mantar ya da alerji ya da uyuz neyse anlaşılmaması, tüm ilaçları birbirine karıştırmak ve sonunda oturup komik ama cidden ağlamak var-mış. Böyle de niye şiir gibi konuştuysam.

Yeni okul dönemiyle ilgili bir şeyler yazmak çok isterdim kafamdan, benim küçük bebeğim dördüncü sınıfa geçti ve bu geçişe halihazırdaki okulun yıkılması da eklenince işler epey karıştı. Ama oturup bunu yazacağım varmış. Çünkü nasip, kader, o akşam o alakasız yol meğer beni birleşme noktasına götürmüş vs.

Zaten bir zaman yazmak isterdim bunu muhakkak, sorular da gelince birden yazasım geldi. Şey gibi, küçücük bir bebeğin de bakımı zor ama o inanılmaz halleri insanın yorgunluğunu alıyor ya, öyle gibi. Çok garip, gerçek bir bebek, öksüz bebeciğim. Her yeri hızla ezberledi, ben odamın kapısını kapatınca gidip çocukların odasında yatıyor, orayı da kapatıyorum çünkü çocukları da korumam gerekiyor mantardan, ama muhakkak birimizle yatmak istiyor. Ayak ucuna filan razı olmuyor ayrıca, yastık olmalı. Tamam da ben nereye yatacağım, buna da iyi ki yüz verdik.

***

Vücudunu saran yaralarla yani mantar mevzuuyla ilgili söyleyebileceğim tek şey ise, çare ne yazık ki yalnızca aşıymış. Kremler, spreyler ve medikal şampuanlar hiçbir işe yaramıyor, hatta kremler yarayı iyice yayıyor. Aşıyla bile bir ayda ancak iyileşebilecek, çünkü iki hafta arayla üç doz gerekti. Bunun için minimum bir kilo olması lazım aslında, ama bizimkinin yaraları gerçekten korkunç hal aldığı için 750 gramda dikkatle ve kontrolle yapıldı, bir süre orada kaldık ve sonra olası risklere karşı ilaçlarını alıp eve döndük. Şükür ki bir sorun çıkmadı. Bugün iç-dış parazit işini hallettim, 890 gram olmuş aslanım, haftaya yine mantar aşısı. Bu arada ev halkı olarak mantarın bize bulaşma riskini bertaraf etmek için de çabalıyoruz. Çocuklar -olduğu kadar- uzak duruyor mesela ama işte olduğu kadar, şimdilik el dezenfektanı kullanıyoruz, bağışıklık için vitamin içiyoruz filan. Bakımı bende olduğu için ikinci gün kollarımda ufak ufak kaşıntılı kabarcıklar oluşmuştu ama krem sürünce söndü onlar. Kediye de bağışıklığı için Imuneks veriyorum, hem çok iyi geliyor, hem de iştahını açarak hızla kilo almasını sağlıyor. İçirirken elimi ısırmasa daha hoş olurdu ama bu da böyle.

***

Bunlar olurken bir yandan tabii tatil bitti, okul açıldı, öncesinde gerekli şeyleri alırken çok öfkelendim çünkü malum fiyatlar. Üstüne veteriner masraflarını görünce de çok öfkelendim çünkü malum yine fiyatlar. Ama en çok Veterinerlik Fakültesi’ne öfkelendim, çünkü orada fiyatlar anlamadığım şekilde daha bir aman aman. Zavallıları sahiplenmek de zengin işi olmuş demek ki TEŞEKKÜR EDERİM. Milyonlarca veterinerle görüşüp en vicdanlı fiyatlar arasında içime en çok sinen iki yer buldum sonuç olarak. Ama bence böyle olmamalı, bazı şeyler daha makul olmalı. SAĞOLUN.

***

Tüm bunların toplamında, kalbimde tek bir şey görüyorum:

Sevgili kedi Asuman, dilsiz dostum Asuman, senelerce boşuna beklemişim ama bir yandan meğer seni beklemişim.

Öyle hüzünle bakınca adı Hicran olsun dedik önce senden için, ama sonra ben elli üç yaşındaki teyzeler gibi adına çeker de ayrılık olur dedim, Asuman oldu. Çok tatlı ve çok ikonik değil mi. Değil mi?? Nasıl değil ya gerçekten mi değil? Yo bence gayet öyle. Sen önce bi gel deyince gelmeyi öğren.

***

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İyi Gün Anneleri Ve Kederli Brunch Partileri

Ok.

Akşama Kadar Ne Yapıyorsun Ki/İyiyim Oturuyorum