İyi Gün Anneleri Ve Kederli Brunch Partileri


Pek kıymetli, bunalmış, daralmış, kendine yabancı, belki biraz şişko; ama uykusuz gecelerde ölecek gibi hissetse de sabahları ruşeymli krep falan pişirmeyi unutmayan, en hızlı biberon yıkama şampiyonu, tek elle bez değiştirme üstadı, meyve püresi ve ev yoğurdu profesörü, ziyadesiyle yeterli anne,

Merhaba!

Şimdi sana daha evvel hiç duymadığın bir şey söyleyeceğim ve eminim çok şaşıracaksın. Tansiyon ve nabız normalse,

”Bunlar daha iyi zamanların.”

***

Bir insanı anlamak çok komplike bir iş, kabul ediyorum. Önce az da olsa bir malumata erişmen gerekiyor, sonra beyin onu bir yerlerden bir yerlere aktaracak, sonra süzecek müzecek de ancak o zaman neticeye varıp fikir beyan edeceksin. Ölme eşeğim ölme, kim uğraşacak?

Ve pek tabii herkes her şeyi anlamak zorunda değil. Gerçekten. O kadar ciddiyim ki bu konuda. Hayat kısa ve zaten yarısını uykuya kaptırıyoruz. Kalan vakitte de yemek pişir, sörvayvır derken bitiyor işte.

Anlaşılmak bir oksijen tüpü veya avucuna konan bir çiçek olsa da, anlamayan zorlamak mecburiyetinde değil. Çok ciddiyim. Hatta arkanızı dönüp sessizce uzaklaşabilirsiniz de. Sessizce lütfen. Giderken dikkat edin, beylik laflarınız belinizden düşmesin. Çoluğun çocuğun eline geçer, şeytan doldurur Allah korusun.

***

Çocuk sahibi olmak bütün olarak enteresan iş. Gebelik, doğum, lohusalık, yenidoğan, iki yaş, ilkokul, ergenlik, yetişkinlik derken ver elini delirmek. Şaka bir yana, hepsi birbirinden farklı çaba gerektiren dönemler. Ciddi bir çaba ama, bazen patinaj çektiren bir direniş. Hayat zaten camdan atlamaya meyli olmayanlar için, ne gerekiyorsa onu yapmaya çalışmak şeklinde akmıyor mu? Öyle. Çocuk sahibi olmak da öyle işte.

Fakat insanların dişe dokunur bir kısmı, hangi dönemde olursan ol, bunun daha iyi zamanların olduğunu söyler. Yani daha durmalısın, çünkü şimdi rahatsın, çekeceğin ileride.

Yahu tamam, o yeni doğmuş serçeye benzeyen surat tek lokmada yenecek kadar olağanüstü bir güzelliğe sahip. Ve o güzellik, dizine oturtup sevebildiğin zaman dilimi içinde hep aynı. Sonra da karşına oturtup kahve içtiğin bölüme geçiyorsun işte. Geçenin geçmeyene habire kaygı pompalaması nedir?

Bir ergen büyütmek ne derece zordur bunu bilemem. Sessiz bir saygıyla zor olduğunu kabul ederim ve biter. Üniversite sınavına girecek evlat kaygısını tanımıyorum henüz. Çocuklarım nasıl insanlar sevip kimlerle arkadaşlık edecek veya kimle evlenecek mesela? Nişan bohçası nasıl hazırlanır, gelin kız ”seçerken” nelere dikkat edilmesi gerekir, dünürle iyi anlaşmanın püf noktaları nelerdir bilmiyorum. Bilmediğim için de susuyorum işte.

Ama neden atladığımız eşiklerin, geride kalan dönemlerin gerçek yüklerini reddedelim? Hangi duyguyla ve ne diye yok sayalım? Zorlanmanın tek ve gerçek ölçütü, bizzat bizim içinde bulunduğumuz hal mi? Aa bu ne bencillik? Banane o zaman senin saatlerce ödev yaptırıyor oluşundan, ergen evladının triplerinden. Sen de sabaha kadar uyudun ona bakarsak. Ben sana öyle şeyler diyor muyum?

***

Kimse yüzüme kezzap atmayacaksa şunu sormak isterim: Kadının halinden kadın anlamayacaksa kim anlayacak?

Geçenlerde bir büyüğüm yükseklerden epeyce nasihat ettikten sonra dedi ki, ”Ama benim oğlum bebekken bir gece bile ağlamadı!”

Bir gece bile ağlamad  dedi. Evet. Yüzüme bakıyordu o sırada. Ve bana akıl verdi. Evet. Kezzapları benden uzakta tutun olur mu lütfen.

Ama canım benim, senin oğlun bir gece bile ağlamadıysa sen bana akıl veremezsin ki. Getir karşıma yirmi yedi aydır iki gece üst üste deliksiz uyku uyumamış bir kadın, eteğini öpeyim. Vereceği aklı başıma taç edeyim, sözünden asla çıkmayayım. Ama sen kendini kessen beni anlayamazsın. Sen susacaksın güzelim benim. Canımsın. 

***

Ama konuşuyor. Anlayan susuyor, anlamayan susmuyor nedense.

Dese ki mesela, ”Geçecek, hepsi bitecek, henüz kucağındayken günün tadını çıkarmaya çalış.” Mis gibi destek, hem de aynı mânâ. Yok saymak veya kendi yükünün hırsını başkasından alır gibi konuşmak, kötü bir iletişim dili.

Örnek vereyim.



Kadının karnı burnunda, nefes alamıyor; bu otuz altı beden. Sonra diyor ki, ”Bunlar daha iyi günlerin canım, doğsun da bak bakalım.”

Kadının karnında on santim dikiş var, adım atamıyor; bu zıplayarak gelip diyor ki, ”Daha dur, bunlar iyi günlerin, hele bebek bir gazlansın da o zaman gör.”

Kadın doğru emzirme pozisyonu bulmaya çalışırken on iki litre ter döküyor; bu çocuğuna pilav yedirirken diyor ki, ”Ay bunlar iyi günlerin, memeyi verince susuyor işte.”

Kadın sabaha kadar uyumuyor, bebek ağlıyor ve yeri gelince o ağlıyor; bu öğlen on ikide uyanmış diyor ki, ”Sus sus, bunlar daha iyi günlerin.”

Kadın sokağa çıkarken bezdi, ıslak mendildi, yedek kıyafetti, biberondu derken evi terk etmiş gibi görünen bir bavul hazırlamak zorunda; bu elindeki minik cüzdanla diyor ki, ”Kızım bunlar daha iyi günlerin be, yarın okula başlayınca ne yapacaksın?”



Ay hakikaten iyi günlerimmiş ya, ben de diyorum ki aman Allahım benim tüm işler neden bu kadar yolunda. Bir anda aydım, çok teşekkür ederim. Hadi sen arkadaşlarınla kederli kederli bruncha git, üzerine sıcacık -ama böyle buharı üstünde- iğrenç bir kahve iç; ben de habire ağlayan bebemi dört duvar arasında neşeyle eğleyeyim. Lütfen kendini sakın incitme, o brunch mutlaka bitecek, dayanmaya çalış, bunalırsan falan ara beni.

Ay alın şunu benim başımdan.

Bu işler bitmez, ama ben an itibariyle bitmiş gibiyim.

 Saat yine çok geç oldu zaten. Gideyim de az sonra uyanacak olan bebeğimi beklerken uykuya dalıvereyim. Sonra uykunun en tatlı yerinde bebeğim ağlasın ve böylelikle bunlar daha iyi günlerim olmuş olsun.

Çekeceği ileride olan tüm kadınlara sevgilerimle.

İyi gün annesi, Ceylan.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ok.

Akşama Kadar Ne Yapıyorsun Ki/İyiyim Oturuyorum